Akşama ne pişireceğim?
Aklındaki tek soru buydu, sanki dünyada çözülemeyen tek soru da buydu. Her gün bir şekilde bu sorunun cevabını buluyor ama yeni doğan günle birlikte aynı soru yine karşısına çıkıyordu. Sadece onun değil yemek yapması gereken herkesin karşı karşıya kaldığı veya kalacağı o kadim soru: akşama ne pişireceğim?
Yine bir gün sorunun cevabını bulamadan evden çıktı, okula gitmek zorundaydı. Aklında soruyla otobüs durağında bekliyordu, bulduğu cevap niteliğindeki tüm yemekleri yakın zamanlarda yapmıştı. Karbonhidrat yemek istemiyordu, sebzeden bıkmıştı, et yapsa ev bir hafta boyunca kokuyordu. Ayrıca günün çoğunu mutfakta geçirmek de istemiyordu. Hava sanki bir yaz gününden kalmışcasına güzelken bu sonbahar gününü mutfakta geçirmemeliydi. Öğünlerini salata ile tamamlayanlara imrenerek bakıyordu, kendisi salata yese bile evin küçük bireyi için ayrı bir yemek yapmak zorundaydı. Küçük birey asla salata yemiyordu. Akşama ne pişirecekti?
En iyisi okul çıkışı markete uğrayıp ne bulursam almak dedi, otobüse binerken. Okula varıp derse girdiğinde ise kadim soru hala aklındaydı. Bir türlü derse odaklanamıyordu. Ders bitip nihayet markete vardığında gözü durmadan sushilere takılıyordu iyi de o sushi sevmezdi ki. Bir kere merak edip almıştı gerçi ve aldığı gün ise evdekilerin alaylarıyla başbaşa kalmıştı. Üstelik onlar da hiç sevmemişti. Seçenekleri arasında bir sushi tabağı asla olamazdı.
Gözü sebzelere takıldı, yaz kış hep aynı sebzeler raftaydı: pırasa, kereviz, taze fasülye, karnabahar, brokoli, börülce, kabak, rezene,mantar… Hepsini de yakın zamanda yapmıştı, kimini sotelemiş, kimini fırınlamış, kimisini de tencere yemeği yapmıştı. Ama bugün bu seçeneklerden birini istemiyordu, farklı bir yemek istiyordu. Aslında canı ne çekiyor onu bile tam bilmiyordu. Sadece bugünü de atlatabilmek tek hedefiydi.
Dondurulmuş ve hazır ürünlerin olduğu reyona gitti, en iyisi oradan hazır bir şeyler almaktı. Ama nereden geldiğini anlamadığı bir ses ne yani katkılı yemekleri mi yedireceksin evdekilere, üstelik sen daha güzel yaparsın diyordu. Etrafına bakındı kimse yoktu, kimdi konuşan? Ahh tabii, yıllardır birlikte yaşadığı yargılayıcı iç sesiydi. Hep yargılardı ama hiç öneri sunmazdı. Sen bir sus dedi ona, bugün canım yemek yapmak istemiyor. Aslında bugün canım yemek yemek bile istemiyor. Peynir ekmek yeter… O zaman pizza mı yapsaydı? Yine o mu yapacaktı, hazır alsa… Yok olmaz evde bunu daha ucuza mal ederim dedi, hem karbonhidrat istemiyordu hani ne oldu şimdi. Kadim soru hala cevabını bulamamıştı.
Ne yapacağımı bilsem mutfağa girmek kolay aslında diyerek kendini motive etme yolunu denedi. O da kendine söylediği bir yalandı aslında, çünkü o gün canı hiç birşey yapmak istemiyordu. Marketten eli boş çıktı, evdekiler yapsın yemeği bana ne dedi, yine kendisi mutfağa gireceğini bile bile.
Tam anahtarını çantada arıyordu ki iç ses yine konuştu: bugün senden başka yemek yapabilecek kişi yok ne yedireceksin çocuğa? Patatesli yumurta dedi, evet bu kadar basit, patatesli yumurta yiyeceklerdi. İç ses yine mi patates dedi. Evet yine patates, çok istiyorsan gel sen yap başka yemeği…
Son anda bugünün kadim sorusunun cevabını bulmuştu. Peki yarın ne pişirecekti? Yarın da kısır yapardı…